İkinci Bahar

Ali BULAÇ

Arka Plan

 

İkinci Bahar

Bir iki bölümü hariç başından beri izlediğim bir dizi. "Yiğidi öldür hakkını yeme", demişler. İyi bir dizi. Tam damardan. Türkiye'de büyük bir seyirci kitlesinin seyrettiğinde hiç şüphe yok.

İddia edildiği üzere herkes kendinden bu dizide bir şeyler bulmuş. Doğru. Kısaca bizim hikâyemiz. Acıları, çatışma potansiyelleri, sevinci ve sorunlarıyla bizim toplumumuzun hikâyesi. Ayrıca teknik ve estetik açıdan kaliteli bir ürün.

"İyi bir dizi" dediğime göre, ayrıca iyi taraflarını sayıp dökmeye gerek yok. "Dizinin iyi" tarafı, toplumumuzun kültür dokusunu teşkil eden "din"in kültür ve gelenekler düzeyinde yerleşik mirasını ustaca kullanması. Ama çok garip bir şekilde mirasın sahibini ve kaynağını bilinçli bir şekilde saklıyor. Eğer bu miras olmasaydı bu dizi de olmazdı.

Zoraki modernleşme sürecine tabi tutulan ülkemizde dinin ne kadar canlı ve yaşayan bir gelenek olduğunu, sosyal ve kamusal hayatı hangi ölçülerde belirlediğini anlamak için İkinci Bahar yeterince somut bir gösterge. Modernliğin insanı atomize ettiği, her şeyi kaba çıkar ilişkisi çerçevesine oturttuğu, yabancılaşma, rekabet, çatışma ve iletişimsizliğin anlam kaybına yol açtığı bir dünyada, bize ait değerler gündelik hayatımızı derinden belirlemeye devam ediyor. Hem de en kuvvetli bir şekilde. Öne çıkan değerlerin her biri için onlarca ayet ve hadis sıralamak mümkün. Bu değerler her gün camilerde vurgulanıp duruyor. Ancak dizinin kurgusunu yapanlar bundan hiçbir şekilde söz etmiyorlar. Fakir Baykurt'un köy romanlarında olduğu gibi ele aldıkları sosyal çevre somut semboller düzeyinde hiçbir dinî belirtiye göndermede bulunmuyor. İkinci Bahar, İstanbul'un, Samatya ve Taşlıtarla semtinde cereyan ediyor. Ama bu iki semtte de cami yok, minare gözükmüyor, ezan okunmuyor, insanlar cuma namazına gitmiyor. Ramazan bu semtlere hiç uğramış değil. Bu sene İstanbul'da oruç tutma oranı yüzde 80. Kadir Gecesi camiler tıklım tıklım dolu. İkinci Bahar'a bunların en ufak bir yansıması yok. Bütün bu toplumsal gerçeklere Fransız kalıyor.

Diziyi kurgulayanların dünya görüşü, olayların cereyan ettiği Müslüman bir çevrede dine ilişkin her şeyi gözardı etmeye zorluyor onları adeta. Ali Haydar ve babası Zülfikar, Alevi isimleri. Ancak Alevilerin ana gövdesinin de hayatında din dominant bir değer olarak yaşıyor.

Cennet'le Timuçin'in aşkı ise tam bir arabesk. Türkiye'nin hangi lisesinde bir öğrenci kız erkeklerin tuvaletini kapatır, sevdiği erkeğe aşkını ilan eder ve duvara sıkıştırıp öper Allahaşkına? Beyoğlu'nun meyhanelerinde öğrencilerin kafa çekmeleri işin cabası.

Hanım'ın ölen ağabeyi siyasî rejimin hayatına kıydığı eski bir solcu. Çocuğunun ismi Ulaş. 1970'lerin Marksist solun sembol isimlerinden biri. Müslüman profiline en yakın tip, Hanım'ın babası. Sakallı, başında beresi var. Fakat solcu oğlunu rejime ispiyon etmiş bir işbirlikçi. Yakın tarihi yazanlar, Milli Mücadele'de din adamları ve sarıklıların İngiliz işgalcileriyle işbirliği içinde oldukları yalanını bir gerçekmiş gibi yazmışlar. Dizide İngilizlerin yerini devlet, sarıklıların yerini Hanım'ın babası almış. Bu da başka bir yalan. Tamirci Basri'nin dükkanında eski solcuların resimleri var. Bayrampaşa ve Ümraniye hapishanelerinin duvarlarında asılı sembol fotoğraflarla bire bir benzerlik içindedirler. Bu dizide Marksist bir nostalji var. Hâlâ yüceltilen bu ideolojinin ve yol açtığı çatışmanın Türkiye'ye nelere mal olduğunu, kaç askeri darbeye davetiye çıkardığını ve belki de senaryonun bir parçası olarak iş gördüğünü Tamirci Basri nereden bilsin?!

Ana çizgileriyle "gerçekten iyi" bir dizi. Bunlar yazılmayabilirdi kuşkusuz. Ama benim açımdan Zülfikar'ın ölümü bardağı taşıran son damla oldu. Kadir Gecesi'nden bir gün evvel yayınlanan bölümde Zülfikar ölüm yatağında, Urfa'yı özlüyor, sıra gecesi ekibini çağırtıyor. Ben, büyük bir ihtimalle Kazancı Bedih'in de yer aldığı ekip önce güzel bir sıra gecesi yapacak, tam o esnada Zülfikar ölecek diyordum. Doğal olarak ölen insana dua okunur, "Allah taksiratını affetsin, nur içinde yatsın" denir. Fakat hiç öyle olmadı. Kazancı Bedih basit bir dekor olarak kullanıldı ve Türkiye'nin hiçbir yerinde, hiçbir toplum kesiminde görülmeyen bir şey oldu. Zülfikar öldükten sonra ruhuna Kur'an okunacağına sıra gecesinin ekibi sazını eline aldı ve "Urfa'nın etrafı dumanlı dağlar" türküsünü okumaya başladı.

Var mı öyle şey? Nerede görülmüş bu seremoni? Ölüme karşı bu saygısızlığı ne Sünniler ne Aleviler yapar.

Yine de iyi bir dizi. Herkes severek ve kendinden bir şeyler bularak seyretti. Şeklin ruhla, politik ideolojinin kültürle buluşması için daha bir süre geçmesi lazım.


a.bulac@zaman.com.tr

Kaynak:https://arsiv.zaman.com.tr//2001/01/02/yazarlar/AliBulac.htm